11
Oca
2011
0

Nasıl artar bu futbolun marka değeri?

 

Marka değeri şirketlerde de, Türk futbolunda da, somut hedefler konarak, şeffaflaşarak ve rakipleri izleyerek arttırılır. Lig içinde oynan futbolun kalitesi arttıkça, oyuncularında kalitesi artar ve futbolunda değeri yükselir. Bugün Türkiye?de oynan futbol, merdiven altı imalathane futbolu, Avrupa ligleri ise son teknoloji fabrika futbolu.

Şimdi merdiven altı imalathaneyi nasıl fabrikaya dönüştüreceğiz bence Futbolu yönetenler bundan bahsetmelidir. Marka değeri, onu koruyacağız demekle, yastık altında kendi başına büyüyen bir canlı türü değildir?

Avrupa Ligleri İle Aramızda Açık Fark Var?

Basit bir benchmarking(rakiple kıyaslama) yapalım. Geçenlerde NTV Spor yorumcularından Güntekin Onay Barcelona?ya yapılan faul sayılarından bahsediyordu. Maç boyunca 8-10 faul yapıldığını, rakiplerin Barcelona?yı vurarak veya çekerek durdurmaya çalışmadıklarından bahsetti. Aynı programda Inter-Roma maçında, İtalyanlar sert futbolları ile bilinir, toplamda 20 kadar faul ile maçın tamamlandığından bahsetti.

Bunun sebebi, Avrupa?da hakemlerin oyunu engellemeye çalışan futbolculara prim tanımaması. Sonuçta Avrupalıların oyun felsefesi, futbolu oynamak üzerine olduğu için oyunları her gün gelişiyor.

Türkiye?ye baktığımızda ise, Konyaspor?un  maç başı faul sayısı 20 den fazla. En son Karabük-Beşiktaş maçında sadece Karabük 20?den fazla faul yaptı. Biz buna sert futbol diyip geçiyoruz. Ancak Avrupa?da bunun adı futbol bile değil. Oyun sürekli duruyor, oyuncular sakatlanıyor, futbol bu sebepten yavaş oynanıyor.

Yine Türk futboluna bir işletme gibi bakarsak, üretim modellerimiz çağ dışı, makinelerin fire oranları çok yüksek, standart yok. Bunların düzeltilmesi için doğru hedefler gerekir. Ben Türkiye Futbol Federasyonu’n dan bu tip bariz farkları nasıl kapatacağını anlatmasını isterdim.

Bugün Kulüpler Bunu Talep Etmeli

Hedeflerden biri Avrupa liglerindeki maç başı faul sayılarını yakalamak olabilir. Bu gayet somut bir hedef. Sağından solundan dolaşamazsınız. Şirketlerde böyle açık hedefler koyduklarında başarılı olabilirler.

Daha az faul için, Futbol Federasyonu ve hakemler çalışmalıdır. Oyunun daha akıcı oynanabilmesi için ne gerekiyorsa yapmalıdır. Bu yapacaklarını da çevresi ile paylaşmalı, attığı somut adımları göstermelidir. Ancak bu şekilde bu projedeki insanlarda motive olur, bunu takip eden seyircilerde takdir eder. Takdir eden seyirci para harcar, ilgi gösterir. Daha kaliteli bir oyun ile Türk futbolun marka değeri yükselir.

Faul sayısı, ve oyun kalitesi olayın önemli bir bölümü ancak tek sorun değil. Türkiye’deki kötü futbola alışan klüpler, Avrupa?da böyle oynayamadıkları için başarısız oluyorlar. Türk futbolu ancak dünyaya açıldıkça değerlenecektir. Kendimizi dünya futboluna entegre etmek için çalışmalıyız. Ancak çoğu şirkette olduğu gibi, makamlar sadece yapacağız edeceğiz deyip birşey yapmadan oturuyor.

11
Oca
2011
0

Türk Futbolunun Marka Değeri

Markalaşmak ve marka değeri gibi konular özellikle perakende sektöründe, örnek gıda sektörü, üstünde çok çalışılan ve geliştirmek için çok paranın harcanan bir konu. Firma sahipleri veya sorumlu müdürlerinde çok iyi bileceği gibi, marka inşa etmek genel bir dizi disiplini içerir. Reklamdan, müşteri ilişkilerine oradan tedarikçi ilişkilerinden, kurum içi disipline kadar türlü süreçlerin total bir değeridir marka. Bunun finansal karşılığı da markanın değeridir.

Son günlerde televizyonlarda çok gördüğüm bir konu var, futbolun marka değeri. Geçenlerde Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı?nın açıklamalarını gördüm. Açıklamasının genelinde ?Türk futbolunun marka değerini koruyacaklarını? söylüyor ve buna zarar verecekleri cezalandıracaklarını söylüyordu. Ancak Türk futbolunun marka değeri için federasyonun ne yapacağı, ne yaptığı, veya neler yapılması gerektiği yoktu?

Bu açıklamaları dinlerken, bu konuşmalar bir şirketin yönetim kurulunda olsaydı diye düşündüm. Büyük ihtimalle şirket çıkmaza girerdi. Düşünün ki bir şirketin başkanı marka değerini düşürdüğünü söylediği birimleri cezalandıracağını söylüyor. Peki cezalandırdı diyelim. Bu şirketin marka değerine ne katar?Dünya üzerinde birilerine ceza keserek, hangi markanın değeri artmış?

Türkiye Futbol Federasyonu?nun yaptıkları doğru ise, yarın sabah bütün çalışanlarınıza ceza kesin. Onları baskı altına alın, dinlemeyin, dertlerine ortak olmayın. Böylece marka değerinizi koruyun. (Sakın yapmayın bu çok saçma?)

Ceza kesmek, maalesef bizde bir alışkanlık. Osmanlı?da da böyle değilmiymiş. Dinlemek ve düzeltmek, sorunlar için çalışmak yerine ceza kesmişler. Sonra bugün tarih kitaplarında okuyup lise öğrencilerinin bile ezberlediği sonuçlar doğmuştur. Osmanlı baskı ile halkı susturmaya çalıştı, olayları çözmedi üstünü örttü, sonunda devlet kontrolü kaybetti?

Görülen o ki marka değerini korumak isteyenlerde, kontrolü kaybediyor. Neyse ki insanın kendi şirketi olduğunda patronlar bu kadar konudan uzak kalmıyorlar…

10
Oca
2011
0

Vapiano?da Çocuklar vs Büyükler

 

Aile salonunu biliyorduk, Çocuk pizzasınıda Vapiano öğretti.

İstanbul Anadolu Yakası Bağdat Caddesinde geçenlerde Vapiano?ya gittim. Vapiano taze makarna ve pizzaların olduğu bir İtalyan restoranı. Vapiano?da adam başı ortalama 20 – 22 liraya bir içecek ve taze makarna yada pizza yiyebiliyorsunuz. Yemeğinizi önünüzde pişirdikleri, aşçılarla sohbet edebildiğiniz keyifli de bir konsepti var.

En son Vapiano?ya gittiğimde siparişimi verirken şok edici bir olay ile karşı karşıya kaldım. Başıma gelen bu olay çok ilginç ve büyük restoranlarında nasıl garip kararlar alabildiklerine örnek olacak türden. Küçük işletmeler veya marka olmayı amaçlayan orta boy işletmeler sanmasınlar ki büyüklerinde her yaptığı şey doğru. Burada çok uluslu bir markanın bile bazen garip davranabileceğini göreceksiniz. İşte Vapiano?da başıma gelenler?

Vapiano?ya girdik, salata siparişi verdik. Menüyü incelemeye başladım, ancak aradığım şeyi bulamıyordum. Ne arıyordum peki? Vapiano?da daha önce de gördüğüm küçük boy pizza vardı onu arıyordum(çocuk boy). Tezgaha gittim ve sordum(diyaloglar kelimesi kelimesine aynı olmayabilir ama genel olarak olay şu şekilde gelişti);

Ben: ?Menüde küçük boy pizza göremedim yapmıyor musunuz??

Vapiano Çalışanı: ?Efendim, bizde tek boy var.?

Ben: ?Ben daha önceleri küçük boy pizza görmüştüm. O zamanda menüde yoktu ama…?

Vapiano Çalışanı: ?Yalnızca çocuklar için yapıyoruz.?

Ben: ?Nasıl anlamadım? Ben çocuk olsam yapacak mıydınız yani??

Vapiano Çalışanı: ?Evet?

(bu arada bana sarımsaklı ekmeğe bir şeyler yapabileceklerini söylediler, ve çözüm önerileri sunmaları müşteride oluşan stresi azaltmak için çok doğru bir girişimdi.)

Ben: ?Masada çocuk olsa ve siz beni tanımasanız ne olacaktı? Öğrenci pasosu gibi çocuğu çıkarıp göstermemi mi isteyecektiniz??

Bu sorunun üzerine Vapiano çalışanı bir şey söyleyemedi ve mimik hareketleri ile aslında elinin kolunun bağlı olduğunu anlatıyordu?

Ben: ?Yakında aile salonu açıp, kadınsız üst kata almamaya başlamayın?  diye sorduktan sonra karşılıklı gülümsedik ve oradan uzaklaştım.?

Çok düşündüm nedir mantığı diye bu kararın. Aklıma gelen birkaç şey oldu ama bu kadar pahalı bir mekanda küçük hesapların yapılmayacağını düşünüyorum. Belki dedim Avrupa?da yoktur, burada da ondan yapmamaya çalışıyorlardır. Her şeye rağmen mantıklı bir açıklama bulamadım.

Şimdi şöyle bir durumu hayal edelim. Vapiano?ya ilk defa çocuğunuzla gittiniz ve küçük boy pizza sipariş ettiniz. Sonra kendiniz gittiniz ve yine küçük boy pizza sipariş ettiniz ama size vermediler. Elbette Vapiano menüsünde yazmayan bir şeyi yapmak zorunda değil. Ama açıklama ve uygulama bu olmamalı.

Büyük işletmeler bile çok garip kararlar verebiliyorken, küçükler ne yapsın? Elbette bu tip müşteri odaklı olmayan kararlar almasın. Ancak yeni bir karar alırken de korkmasın, denesin. Müşteriye kulak versin, hata yapıyorsa durmak için. Aslında hepsi bu. Büyüklerde hata yapar, o zaman küçükler daha çok yapabilir. Ama küçük işletmelerin esas sorunu hata yapacakları kadar bile kendi kurallarını oluşturmamaları.

Umarım Vapiano ileride adını koyamadığı ve menüde fiyatlandıramadığı bu ürüne yeni bir uygulama getirebilir. Geçmişte de makarna çeşnileri ve menü ile ilgili çok keskin kararlar almışlardı, bilemiyorum geçmişte o kararlar nasıl etkiledi. Dilerim Vapiano?da sadece çocuklara satılan küçük pizza da, büyükleri küstürmez.

8
Oca
2011
0

Sorumluluk Alıyor Musunuz?

Bildiğiniz gibi bir çok canlının neslini tüketmek için gece gündüz çalışıyoruz. Belgeseller seyrediyoruz, nasıl tükendiklerini görüyoruz ve yine aynen devam ediyoruz. Sanki seyrettiklerimiz başka bir boyutta oluyormuş gibi? Genelde merkez ile dükkanlar arasında buna benzer bir kopukluk olmaz mı? Sahada çalışanlar ve merkez de çalışanlar sanki iki ayrı dünya. Sanki biri kötü olunca diğeri etkilenmeyecekmiş gibi hareket ederler?

İşimizde bu tip durumlarla nasıl karşılaşıyorsak, yaşadığımız çevrede de olaylar aynı şekilde gelişiyor. Konumuz aslında “umursamazlık” ile ilgili ancak bu kez Lüfer şeklinde karşımıza çıkıyor.

Ön bilgi olarak, Lüfer balığı çok kazançlı bir balıktır. Lüferin yavrularının bile ticari değerleri vardır. Bu yavrular hepinizin ismini bildiği Çinekop ve Sarıkanat?tır. Önce Çinekop, sonra Sarıkanat, daha sonra Lüfer olurlar. Ancak Lüfer olunca anne olabilir bu balıklar.

Çinekop, Sarıkanat ve Lüfer konusunda bir isimlendirme talihsizliği olduğunu düşünüyorum. Büyük ihtimalle bir çok kişi Çinekop , Sarıkanat ve Lüfer balıklarını 3 ayrı balık gibi düşünüyor ama onlar aynı balık, Çinekop ve Sarıkanat bebek, Lüfer ise anne veya baba.

Çinekop veya Sarıkanat eğer müsaade edersek büyüyecek ve Lüfer olacak. Bu balık bizim Lüfer ismini verdiğimiz 24 cm veya daha büyük olmadığı zaman üreyemiyor. Dolayısı ile yediğiniz her Çinekop ve Sarıkanat bu balığın neslini kurutuyor, en azından bir kaç yıl hiç yememek gerekiyor (çünkü sayılar kritik hale geldi).

Çinekop, Sarıkanat ve Lüfer 3 farklı balık değildir, Çinekop ve Sarıkanat, Lüfer’in henüz büyümemiş halidir.


Balık 24 cm olunca üreyebiliyor yani çoğalabiliyor daha önce maalesef bu olamıyor.

Şimdi gidip Çinekop veya Sarıkanat halinde iken biz onları avlayıp yersek bir sonraki seneye Lüfer, sonraki yıllarda da Çinekop ve Sarıkanat?ta olamayacak. Aslında ne kadar basit ama biz ne yapıyoruz !

İnsanoğlu bir çok gerçeğe gözünü kapatıyor, kendisinin başına bir şey gelmeyeceğini zannediyor. Yemediği zaman hiçbir şey değişmeyeceğini düşünüyor. Halbuki bugünlerde birkaç kişi ile dile gelen İstanbul Lüfere Hasret Kalmasın adı altındaki çalışma binlerce insana ulaşıyor. Çünkü bir kişi yemediği zaman, diğer insanlara da anlatıyor, herkes birey olarak destek verdiğinde, aslında birlik oluyorlar.

Birlik kendiliğinden oluşan veya aniden meydana gelen bir topluluk değildir. Birlik her bireyin bir şeyler yapması ile oluşur. Bireyler mücadele verdikçe birlikler büyür ve güçlenir. Çok uzakta biryerler de olabilirsiniz ama bu konuya şahsi duruşunuz ile destek verirseniz, bu birliğin bir parçası olursunuz.

Size tabiat ile dost olmanızı, bir denge noktası olduğunu falan anlatmayacağım, merak etmeyin.

Sadece bir şeyi hatırlatmak istiyorum … Biz araba, uçak yapabiliriz, bir gün içinde milyonlarca plastik veya metal parça ortaya çıkartabiliriz, dağları delip demir veya bakır üretebiliriz ama bütün dünyanın en akıllı insanları bir araya gelse, bütün fabrikaları birleşse bir maydanoz yaprağı bile üretemez … En iyisi yeniden yapamayacağımız şeyleri yok etmemek, Lüfer sadece bunlardan biri.

Benim size bir önerim var (bu öneri yukarıda afişini gösterdiğim çalışmayı yapanlara ait olmayabilir, tamamen kişisel).

Çinekop ve Sarıkanat almayın, alanları uyarın, 24 cm’den küçük Lüfer’de almayın, gittiğiniz lokantalarda bu balığı yemeyin, satanları uyarın. Başka bir balık tercih edin, ne kaybedersiniz ? … Ama çok şey kazanırsınız.

Çalıştığınız yerlerde de eminim vurdumduymaz kişilere, hiçbir şeyi umursamayan birimlere rastlıyorsunuzdur. Eminim bu umursamazlık size, işyerinize, kariyerinize zarar veriyordur. Aynı umursamazlığı başka bir canlıya karşı siz yapmayın! Sahip çıkın.

Patronlara önerim, işletmeleri içinde iletişimsizlik olduğunu düşünüyorlarsa, çalışanlarını bu tip projelere yönlendirsinler. Böylece çalışanlar, takım çalışmasını, kendinden başkaları için çalışmayı, birlik halinde hareket etmeyi öğrenecektir veya pekiştirecektir. Aynı zamanda da işletmeniz sosyal bir fayda için çaba göstericektir.

Not : Lüfer balığı avcılığı yapanlar bilir, Lüfer çok akıllı bir balıktır. Belki de akıl verenlerden bile akıllıdır, yok olup hepimize birden gereken dersi vermek istiyordur, kimbilir !

(İstanbul Lüfer’e Hasret Kalmasın kampanyası Fikir Sahibi Damaklar isimli bir grup tarafından yürütülmektedir ve kampanyanın liderliğini Defne Koryürek yapmaktır. Bu kampanyayı desteklemek veya katılmak için aşağıda verdiğim linki tıklayınız. Yukarıda gördüğünüz afişlerden sol tarafta bulunanı kampanyaya aittir, sağ taraftakini ben yaptım, kampanya ile bir ilgisi yoktur ama “hasret kalmak istiyorsanız yapmanız gerekeni resimlediğimi düşünüyorum”. Grubun hem bu kampanyası hem de diğer çalışmaları hakkında daha fazla bilgi edinmek istiyorsanız lütfen tıklayınız … )

8
Oca
2011
0

Fiyatınız Mı Pahalı?

Çoğu zaman fiyat, şirketlerde yanlış anlaşılıyor. Müşterilerin fiyatlarınızı pahalı bulmasını da büyük ihtimalle yanlış yorumluyorsunuz.

Pahalı demek ve fiyatı suçlamak aslında müşterilerin sadece bir bahanesidir. Pahalı demek kibarca sizi reddetmesidir. Pahalı kelimesinin altında çok daha ağır anlamlar bulunmaktadır. Yetersizlik, beceriksizlik, güven verememe, düşük statü vs? Düşünün bir şeye neden pahalı dersiniz?

Marka bir kot pantolon dükkan da 200 TL?ye satılabiliyor, ama pazarda aynı tasarımdaki 50 TL?ye kot, pahalı geliyor. Aslında durum bu kadar bariz. Marka pantolonun dükkanına girmek, o sosyal ortamda bulunmak, o markayı taşımak, ona güvenmek bir bedel ediyor. Pazarda ise bu faydalar yok oluyor ve bedeller ödenmiyor.

Aslında pahalı olmak, fiyatın içini dolduramamaktır.

Fiyatınızın pahalı olduğunu düşünüyorsanız konuyu birde bu açıdan değerlendirin. Müşteri size neyin bedelini ödüyor. Size güvenmenin bedeli var mı? yok mu? Sizin hızlı servisinizin bedeli var mı?, yok mu? Markanızı kullanmanın ekstra bir bedeli var mı? yok mu? vs?

Bedeller müşterinin fayda hissettiği anlarda oluşur. Fiyatınız pahalı geliyorsa, büyük ihtimalle müşterinin fayda görmediği bir şeyi fiyatlandırmışsınız demektir.

İki seçenek bulunmakta;

  1. Fiyatınızı indirmek. (Kolay olan ve kaybettiren seçenek )
  2. Fiyatınızın içini doldurmak. ( Zor ama kazandıran seçenek )

Pahalı olduğunuzu düşünüyorsanız, suçu maliyetlere, rakiplere atmayın. Yaptığınız işi sorgulayın. Her iş piyasa değerinin üstünde ücretlendirilebilir…

8
Oca
2011
0

Mereng (Meringue)

Yumurta hemen hemen her tatlıda çok özel bir yere sahiptir. Doku ve kıvam verir, renk verir, lezzet artırır, hacim kazandırır, sihirli bir malzemedir. Bazı tarifler temelde sadece yumurtanın çırpılma şekli ile ayrışır. Yumurtayı kabartmak veya kabartmadan karıştırmak, az kabartmak yada çok kabartmak çoğu zaman püf noktası olmuştur tariflerde.

Benim için mereng yapmak, yumurtadan pastacılık eğitimi almak gibidir. Her şeyi kararında yaparsanız merenginiz güzel olur, aksi taktirde hatanızdan dönemezsinizde. Ya olur yada olmaz.

Mereng (Meringue) basitçe çırpılmış yumurta beyazı ve şekerdir. Fransızlar beyaz şeker ve yumurta akı ile yapar. İtalyanlar yumurta akına, şekerli şurup karıştırarak yapar.

Mereng yaparken dikkat;

Yumurta sarılarını, beyaza karıştırmayın.

Plastik karıştırma kabı kullanmayın. Metal veya bakır olsun.

Mereng (Meringue)

Yumurta Beyazı         4adet

Pudra Şekeri               220gr

Fırınınızı 150 dereceye ayarlayın.

Pudra şekerini elekten geçirin.

Yumurta beyazlarını çırpıcınıza atın.

1. kademe de çalıştırmaya başlayın ve içine yavaş yavaş pudra şekerini katın.

Pudra şekerini dökünce, makinenizin hızını sonuna kadar arttırın.

Sert tepecikler oluştuğunda işlem tamamdır.

Fırın tepsinize yağlı kağıt koyun.

İster sıkma poşeti ile şekiller verebilirsiniz, isterseniz de kaşıkla top top koyabilirsiniz.

Önceden ısıtılmış fırına verin. Yaklaşık 30-40dk pişirin.

Piştiğini düşündünüz çıkardınız, ancak hala daha yumuşak ise, fırına tekrar atabilirsiniz. Pişen merenglerin rengi bu tarifte biraz krem rengine kaçacaktır, renkleri kreme dönünce fırından alabilirsiniz.

7
Oca
2011
0

Şirketinizin Sosyal Sorumluluk Projesi Olsaydı

Sosyal sorumluluk projeleri, farklılaşmanın ve rekabetin güçleşmesi ile birlikte, şirketlere müşterilerine kendilerini anlatma fırsatı tanıyor ve çalışanlara yeni amaçlar veriyor. Elbette işin birde toplumsal fayda tarafı var. Restoranlar, sanayiciler, tekstilciler vs… herkesin sosyal fayda oluşturabileceği işlere el atması gerekli. İster reklam için, ister sadece toplum için olsun her iki tarafında kazandığı bir durum ortaya çıkıyor. Sosyal sorumluluk projeniz varsa, bu bütün şirkette pozitif bir etki yaratır, yoksa herzaman sıradan bir yer olabilirsiniz.

Neden Önemli Sosyal Sorumluluk Projeleri?

Çalışanlarınız için, övünç kaynağıdır, iyi bir şeyler yapmanın enerjisi onlara güç verir. Sokağa çıktıklarında şirketlerinden övgü ile bahsederler. Rutin işlerini yapmanın sıkıcılığından kurtulurlar ki bu yaratıcılığı artırır, proje başarılı oldukça daha fazla motive olurlar.

Şimdi elinizde sizden övgü ile bahseden, pozitif enerji ile dolu, iyi bir şeyler yaptıklarına inanan çalışanlarınız var. Yada hiçbir şey yapmayın ve çalışanlarınız bunlardan mahrum kalsın.

Müşterileriniz için, gittikleri yerin sadece kar amaçlı bir yer olmadığı, zenginliği toplumla paylaştığı, bir şeyler değiştirmek isteyen iyi niyetli bir marka olduğu izlenimi oluşacaktır ve müşteriniz olmaktan bu sebepten duyacağı gurur? Elbette müşterilere bu duyguları yaşatmak zorunda değilsiniz, ama seçim yöneticilerde ve onların patronlarında.

Kar için, toplum için veya çalışanlar için olsun, her şirketin yaşadığı çevre için artı değer yaratan işlere imza atması gerekmekte. İyi hazırlanmış ve tanıtımı doğru yapılan her sosyal sorumluluk projesi yapacağınız masrafın fazlasını kazandıracaktır.

7
Oca
2011
0

Hattı Müdafa Yoktur Sathı Müdafa Vardır!

.
Küçük veya orta boy bir işletmeyseniz, pazarlamacılarınız yoksa veya kendinizi pazarlayacak çok paranız, ne yapacak sınız? Restorancılık bu sorulara çok yaratıcı ve insani öğelerle cevap bulabilen bir sektördür.

İş yaptığınız bir metal fabrikasını yada pvc üreticisi veya bankanızı, akşamları yemeğe gittiğiniz kebabçınız gibi sever misiniz? Yada içselleştirip, kendinizi ifade eden bir yer olarak tanımlayabilir misiniz? Restorancılık bu şekilde benimseyeceğiniz, sahip çıkacağınız, seveceğiniz türden yerleri işletmektir aslında.

Bu sebepten bir restoran her zaman etrafındaki insaların kalbini, saygısını, beğenisini kazanabilir. Aynı sebepten dolayı bir çok yerde bir çok farklı isimde restoran açılabilmekte. Belli restoran markaları olsada bunların pazara hükmü diğer sektörlerden çok farklıdır. Çok ünlü bir kebapçının hemen yakınında bir mahalle kebapçısıda çok iyi para kazanabilir. Marka restoranlar bile her yeri sahiplenemez. Restoranlar yerel oyunculardır.

Restoranlar yerel oyuncular oldukları için gerilla gibi düşünmeleri gerekir. Çünkü zaten gerilladırlar. Bu düşünce restornları doğru yola sokacaktır. Genelde ise insanların aklı düzenli ordular gibi çalışır görünmeyen kurallar vardır zihinde, sistemli, planlı ilerlemek isterler. Ellerinde çok kaynak varmış gibi düşünürler. Anlık hareket etmenin ve kıvrak tatikleri hayal etmekse zor olandır.

Halbuki kaynaklar kısıtlıdır, adam azdır, zaman yoktur, ve olsa bile etkisi yerel olacaktır. Hal böyle iken gerilla ne yapmalıdır?

Atatürk’ün dünya ve Türkiye tarihini, hatta orduların savaşma felsefelerini değiştiren bir sözü;

“Hattı Müdafa Yoktur Sathı Müdafa Vardır…O Satıh, Bütün Vatandır.”

O dönemde bu sözler, vatan toprağının karış karış savunulması için kurulmuştu. Düşmanın geri çekileceğimizi beklediği anda biz sadece bir kaç yüz metre öteye tekrar mevzileniyorduk. Aslında gerilla usulünün düzenli bir orduya, sentezlenmesiydi bu sözler.

Bugün restoranlarda farklı değildir. Her restoran bulunduğu toprağa sahip çıkmalıdır. Başka bir deyiş ile kendi sokağana bulunduğu bölgeye sahip çıkmalıdır. Diğer sokaklarıda sahiplenmelidir. Kendi bölgesini belirleyip bu bölgede kendi iş saatinde başka kim çalışıyorsa hedef almalı ve adam adama çarpışmalıdır.

Bir Gerilla Restoran için satıh bütün hanelerdir. Kendine yakın müşterileri kucaklamalı, iletişime girmeli ve sahip çıkmalıdır. Ancak bu şekilde güçlü bir restoran, güçlü bir marka yaratırsınız.